25 Eylül 2009 Cuma

ÖLÜMÜN TADINA VARMAK

Cicero'nun mektuplaştığı Pomponius Atticus hastalığında, damadı
Agrippa'yı ve iki üç dostunu çağırmış, demiş ki onlara: İyileşmeye
çalışmaktan hiçbir kazancım olmadığı kanısına vardım. Hayatımı
uzatmak için her yaptığım şey acılarımı da uzatıp artırıyor. Onun için
hayatıma da hastalığıma da son vermeye kararlıyım. Bu kararımı
hoşgörmenizi ve herhangi bir durumda beni vazgeçirmeye
çalışmamanızı dilerim. Kendini açlıkla öldürme yolunu seçen
Pomponius nasılsa birden iyileşivermiş: Ölmek için bulduğu yol
sağlık getirmiş ona. Hekimler ve dostları bu mutlu olayı kutlayıp onun
rahatlamasına sevinirlerken aldanıyorlarmış meğer; çünkü iyileşen
hastayı kararından vazgeçirememişler ne yaptıysalar. Diyormuş ki
Pomponius: O türlü, bu türlü nasıl olsa bir gün bu adımı atmak
zorunda kalacağım; bu kadar ileriye gitmişken ne diye bırakıp bir daha
yeni baştan zora sokayım kendimi. Adam ölüme öyle alıştırmış ki
kendini, korkmak şöyle dursun can atar olmuş ona. Giriştiği savaşın
doğruluğuna inandığı için onu bir an önce bitirme çabasına düşmüş.
Ölümü böylesine tadarak, içine sindirerek beklemek, ölümden
korkmaktan çok ötede bir şey.

Filozof Cleanthes'in serüveni de pek benzer buna: Diş etleri şişmiş,
çürümüş ve hekimler çok sıkı bir perhiz vermişler ona. İki gün ağzına
bir şey koymayınca öyle iyileşmiş ki hekimler artık eskisi gibi yiyip
içebileceğini söylemişler. Ama o, perhizin verdiği baygınlığa benzer
durumun tadına vararak geri dönmemeye karar vermiş ve bir hayli
yaklaştığı yere adımını atmış.

Romalı delikanlı Tullius Marcellinus çektiği bir hastalığın acılarına
katlanamaz olmuş. Hekimleri hemen değilse de mutlaka iyileşeceğini
söylemişler ama delikanlı hayatına son vermek istemiş ve dostlarını
çağırıp ne düşündüklerini sormuş. Kimi, diyor Seneca, kendi
korkaklıklarına uygun öğütler vermiş; kimi, dalkavukça, delikanlının
hoşuna gideceğini sandıklarını söylemiş; ama bir Stoalı şöyle demiş
ona: Uğraşma Marcellinus, önemli şeyler üstüne kafa yorarmış gibi.
Büyük bir şey değildir yaşamak: Uşaklar da, hayvanlar da yaşıyor ama
dürüstçe, akıllıca ve sağlam yürekle ölmek büyük bir şeydir. Düşün
nedir kaç zamandır yaptığın, hep aynı şey: Yemek, içmek, uyumak;
içmek, uyumak ve yemek. Hep bu çember içinde dönüp durmaktayız
gerçekten. Yalnız başa gelen dertler, dayanılmaz acılar değil,
yaşamaya doymak da ölümü istetir insana. Marcellinus kendisine öğüt
verecek olanı değil, yardım edecek olanı arıyordu. Hizmetçiler bu işe
karışmaktan korkuyorlardı. Ama o filozof anlattı ki onlara, yalnız
efendilerinin kendi isteğiyle ölüp ölmediği bilinmediği zaman
hizmetçilerden kuşkulanır herkes; onun dışında, efendisinin ölmesine
engel olmak onu öldürmek kadar kötüdür çünkü:

Invitum qui servat idem facit occidenti (Horatius)

Ölmek isteyeni kurtarmak öldürmekle birdir.

Sonra Marcellinus'a şunu da anlatır ki, nasıl yemek bitince
soframızdan arta kalanı seyircilere dağıtırsak, hayat bitince de
işlerimizi yönetenlere bir şeyler dağıtmak yerinde olur. Marcellinus
açık ve cömert yürekli bir insanmış: Hizmetçilerine paralar dağıtmış
ve avutucu sözler etmiş hepsine. Sonra da bıçaklara, kanlara
başvurmamış. Bu dünyadan kaçmak değil, kalkıp gitmek istemiş
sadece; ölüme sırt çevirmemiş göğüs germiş.

Sen mi güçlüsün ben mi, diyerek yemeyi içmeyi kesmiş; üç gün
sonra üstüne ılık sular döktürerek yavaş yavaş kendinden geçmiş,
geçerken de bir çeşit keyif duyduğunu söylemiş. Gerçekten de
bitkinlikten yürekleri durur gibi olanlar hiçbir acı çekmediklerini,
tersine, bir uykuya dalma, rahatlama duygusu içinde olduklarını
söylerler. (Kitap 2, bölüm 13)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder